Hizmetlerimiz

img
title-icon
  • Ürolojik Kanserler

Prostat Kanseri

Prostat kanseri (PCa), 2020 yılında dünya çapında yaklaşık 1,4 milyon teşhisle erkeklerde en sık teşhis edilen ikinci kanserdir. Otopsi çalışmalarının sistematik bir incelemesi, 30 yaş altı PCa prevalansının %5 iken 79 yaş üstü için %59’a çıktığını bildirmiştir. Şu anda bilinen etkili önleyici bir diyet önerisi veya ilaç yoktur.

Aile öyküsü olması ve siyahi etnik kökenden olmak PCa riskini arttırmaktadır. Bu nedenle de genetik testler, üzerinde çokça durulan bir konu olmaktadır. Tümör üzerinde yapılan somatik test ile kan veya tükürük üzerinde yapılan ve kalıtsal mutasyonları tanımlayan germ hattı testi arasındaki farkı anlamak önemlidir. Germ hattı testinden önce ve sonra genetik danışmanlık gereklidir. Germ hattı mutasyonları agresif PCa’nın gelişimini tetikleyebilir. Bu nedenle kişisel veya aile geçmişinde PCa veya DNA onarım gen mutasyonlarından kaynaklanan diğer kanser türleri öyküsü olan aşağıdaki erkeklerde germ hattı testinin dikkate alınması gerektiği konusunda fikir birliği vardır:

  • Metastatik PCa’li erkekler;
  • Yüksek riskli PCa’li erkekler ve < 60 yaşında PCa tanısı konulan bir aile üyesi;
  • 60 yaş altı birden fazla aile üyesine PCa teşhisi konulan veya PCa kanserinden ölen bir aile üyesine sahip erkekler;
  • Ailesinde yüksek riskli germline mutasyon öyküsü olan veya ailenin aynı tarafında birden fazla kanser öyküsü olan erkekler.

PCa’ne yakalanma riski yüksek olan, iyi bilgilendirilmiş erkeklere erken PSA testi önerilmelidir:

  • 50 yaş üstü erkekler;
  • 45 yaş üstü erkekler ve ailede PCa öyküsü;
  • 45 yaşını doldurmuş Afrika kökenli erkekler;
  • 40 yaşından itibaren BRCA2 mutasyonu taşıyan erkekler.

Prostat kanserinden genellikle parmakla rektal muayene (PRM) ve/veya PSA düzeylerine dayanarak şüphelenilir. PSA düzeyi 3-10 ng/mL arasında olan ve PRM’si normal olan asemptomatik erkeklerde biyopsi endikasyonu için prostatın manyetik rezonans görüntülemesi (mpMR) kullanılmalıdır. Kesin tanı, prostat biyopsi örneklerinde adenokarsinomun histopatolojik olarak doğrulanmasına bağlıdır.

Prostat kanserinin altın standart tedavi yöntemleri cerrahi ve radyoterapidir. Hastanın genel durumunun cerrahiye müsaade etmesi ve gerekli olması durumunda birçok hastada cerrahi yaklaşım tedavinin en önemli basamağını oluşturur. Cerrahi yöntemler arasında en popüler olanlar laparoskopik ve robotik (robot yardımlı laparoskopik) yöntemlerdir. Minimal invaziv doğaları gereği küçük kesilerle oluşturulan deliklerden ameliyatın yapılabilmesine olanak sağlamaları, büyük ekranlardan cerrahi sahayı görüntüleyebilmeleri, daha az kan kaybına neden olmaları, daha az postoperatif ağrıya sebep olmaları, daha az hastanede kalış süresine imkân sağlamaları ve sağlıklı dokulara daha az zarar vermeleri nedeniyle açık cerrahiye kıyasla laparoskopik ve robotik cerrahi tercih edilen yöntemler haline gelmiştir. Prostat kanseri cerrahisine özgü olarak bahsetmek gerekirse, robotik ve laparoskopik yöntemde üretranın daha iyi korunabildiği, damar-sinir pakesinin daha iyi muhafaza edilebildiği ve bu nedenle de açık cerrahiye kıyasla bu yöntemlerde operasyon sonrası idrar kaçırma şikâyetinin ve sertleşme sorununun daha az görüldüğü söylenebilir. Robotik cerrahideki yüksek hassasiyet, cerrahın elinin titremesinin etkisini minimalize etmesi, cerrahın kontrolündeki robot kollarının insanın el hareketlerini çok iyi şekilde taklit edebilme özelliği, 3 boyutlu görüntü sunabilme kabiliyeti ise robotik cerrahinin laparoskopik yönteme kıyasla avantajlarını oluşturmaktadır. Robotik cerrahide dokunma duyusunun olmaması ve bu yöntemin yüksek maliyeti dezavantajlı yönlerini oluşturmaktadır. Açık cerrahi ise bazı karmaşık ve komplike vakalarda halen tercih edilebilen bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır.